top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıAnadolu Meraları

Allan Savory ile iklim değişikliğine karşı bütüncül yönetim üzerine söyleşi

Güncelleme tarihi: 4 Tem 2020

Dünyaca ünlü biyolog, Bütüncül Yönetim’in (Holistic Management) ve ABD merkezli Savory Enstitüsü’nün kurucusu Allan Savory ile özel bir röportaj gerçekleştirdik. 12 Ekim Pazar günü Anadolu Meraları‘nın davetlisi olarak İstanbul’daIFOAM – Dünya Organik Kongresi öncülü bir konferans verecek olan Savory’nin, geçtiğimiz yılki TED’de yaptığı “Dünya’nın çöllerini nasıl yeşertebiliriz ve iklim değişikliğini nasıl tersine döndürebiliriz?” başlıklı konuşma milyonlarca insan tarafından izlenmişti. Bill Mckibben gibi iklim değişikliği hareketi liderlerinden Britanya Krallığı veliahtı Prens Charles gibi isimlere kadar geniş bir kesimin çalışmalarını dikkatle takip ettiği Savory’nin Bütüncül Yönetim adını verdiği “onarıcı hayvancılık” ve planlama çerçevesi, Savory Enstitüsü’nün verdiği istatistiklere göre dünyanın 6 kıtasında 15 milyon hektara yakın arazide uygulanıyor.



Türkiye’nin ilk Bütüncül Yönetim uygulama arazisini başlatan Anadolu Meraları‘nın davetlisi olarak İstanbul’a ilk defa gelecek olan Allan Savory, vereceği konferanstan önce ve Türkiye’den ilk defa Yeşil Gazete’ye konuştu.

Durukan Dudu – Merhaba Allan. Zaman ayırıp bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğin için teşekkür ederiz. Oldukça etkileyici, hareketli bir yaşam hikayen var. Bu hikayeyi kısaca anlatır mısın bize de? Allan Savory kimdir?


Allan Savory – Bundan 60 yıl önce, bugünlerde “Milli Park” denilen kurumda biyolog olarak çalıştığım dönemlerden beri çevresel yıkımı kendime ciddi dert edinmiş Zimbabweli bir biliminsanıyım. Kendimi biyolojik çeşitliliğin yok olması ve çölleşme sorunlarını çözmeye takıntı derecesinde vakfettim. Bu yolda en doğrusunun bağımsız bir biliminsanı olarak çalışmak olduğuna kanaat getirdim. Çok sayıda insanın yardımıyla, ki bunların arasında biliminsanı meslektaşlarım da var, çölleşme meselesinin gerçek sebeplerini keşfettim ve hatta bu yıkıcı süreci gayet basit yöntemlerle tersine çevirmenin yolunu buldum.


Tam bu noktada ve biraz da farkında olmadan, çölleşmeyle mücadelenin teknik yöntemlerinden bile belki de daha önemli bir mesele hakkında önemli bir çerçeve keşfetmiş oldum: Her türlü tarım faaliyetinde var olan ve sosyokültürel, ekonomik ve ekolojik boyutlardan oluşan karmaşıklığı idare etmenin bir yolunu geliştirdim. Bu süreç içerisinde hep bu meseleyle uğraştım, kendimi ona vakfettim – ekolojist, çifçi, meracı, asker, politikacı ve uluslararası danışman gibi farklı kimliklerim, sorumluluklarım olmasına rağmen…


Durukan Dudu – Özellikle 2013 TED’deki o ünlü konuşmandan sonra, ismin ve yaptığın işler önemli bir gündem maddesi haline geldi. Konuşmadan sonra neler değişti, süreç nasıl ilerledi? Savory Enstitüsü olarak önce 2013 yazında ABD, Colorado’da bir konferans düzenlediniz, 2014 Ağustos’unda da Londra… Bütüncül Yönetim ve Savory Enstitüsü cenahında işler nasıl gidiyor?


Allan Savory – Bilimsel bulgularım kurumlar (üniversiteler, hükümetler, çevre ve tarım örgütleri) tarafından reddedilip alaya alındıktan sonra sosyal bilimleri çalışmaya, araştırmaya başladım. Amacım, temelde bilimi uygulamaya dayanan “bütüncül yönetim” kavramına karşı neden bu denli güçlü bir muhalefet olduğunu anlayabilmekti. Bu araştırmalarım sırasında, kurumlar ve uzmanlar nezdinde bu inkarcı yaklaşımın geçmiş zamanlardan beri normal ve alışılageldik bir davranış tarzı olduğunu gördüm. Toplumun genelgeçer kabullerine aykırı olan, bunlara karşı çıkan yeni bilimsel bulguları hep reddetmişler. Bu yeni bulguların kabul edilmesi için kamuoyunun önemli bir kısmının o yöne doğru kayması gerekmiş. Ancak bu kamuoyu desteğini takiben değişmiş, inkardan vazgeçmiş kurumlar.


Kurumların bu davranış tarzı şaşırtıcı değil, zaten Galileo’dan beri devam eden, değişmeyen bir davranış şekli. Tarihe baktığımda, yeni ve “aykırı” bir bilimsel bulgunun kamuoyu tarafından destek bulmazdan önce bir kurum tarafından tanındığı, kabullenildiği bir örnek bulamıyorum. TED konuşması milyonlarca insan tarafından izlenip, barındırdığı umut mesajı yayıldığından beri önemli bir değişim başladı. Artık bir çok kurum Savory Enstitüsü ile işbirliğine girmek ve bütüncül yönetimin uygulandığı örneklerde alınan toplumsal, ekonomik ve çevresel başarılar hakkında veri toplamak için işbirliği yapmaya istekli.


Boulder, Colorado’da gerçekleştirdiğimiz ilk konferansta, Bütüncül Yönetim’i yerelde yaygınlaştırıp uygulayacak “gözelerimizin” sayısı yüksek değildi. Londra Konferansı’nda ise toplamda 25 ülkenin gözeler aracılığıyla temsil edildiği bir noktaya geldik*. Sürecin tam bu noktada önemli bir ivme yakalayacağını düşünüyorum çünkü bilimsel bulgular açık ve net, aldığımız sonuçlar da ölçülebilir olarak verilenmiş durumda.


Ümit Şahin – İklim değişikliğiyle Bütüncül Yönetim ve Bütüncül Planlı Otlatma aracılığıyla mücadele edilebileceğini söylüyorsun. Bütüncül Yönetim atmosferdeki karbon miktarını nasıl azaltıyor? Atmosferdeki CO2 (karbondioksiti) oranını, salımları azaltmadan aşağı çekmek mümkün mü? Yoksa bahsettiğiniz şey karbon yutaklarını iyileştirmek üzerine mi kurulu?


Allan Savory – İklim değişikliğine sebep olan bir çok etmen var: Küresel çölleşme, atmosferdeki yüksek karbondioksit oranı, metan, diazot monoksit (nitro-oksit) ve mevcut tarımdan ve fosil yakıtların aşırı kullanımından kaynaklanan “kara karbon”**. Bugün itibariyle geniş anlamda çevreyi “idare etmek” için kullandığımız iki araç var yalnızca – sonuçta insan olarak, araç-kullanan hayvanlarız. Anaakım biliminsanları ve iklimbilimcilerin başvurduğu bu araçlar teknoloji ve ateş/yakma. Ayrıca, biyolojik çeşitliliğin geri gelmesi için belli bölgelere “dinlendirme”*** de kullanılıyor. Yapabileceğimiz, hatta yapmamız gereken şu: Fosil yakıtların kullanımından kaynaklı karbon dioksit, metan ve diazot monoksidin atmosfere salınıp sera gazlarını arttırmasını engellemek için teknolojiyi kullanarak iyi enerji kaynakları geliştirmeliyiz. Ancak, sadece teknoloji ve ateşi/yakmayı kullanarak, tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan karbon dioksit, metan ve diazot monoksit salımını engelleyemeyiz. Ayrıca hiç bir teknoloji, ki burada en fantastik çözüm fikirlerini de dahil ediyorum, küresel çölleşme sürecini durdurup tersine çeviremez.


Bütüncül çerçeveyi kullanarak doğru yönetilen hayvan sürüleriyle (yani, Bütüncül Planlı Otlatma’yla), tarımdan kaynaklı tüm bu seragazları ve kara karbon salımlarının önüne geçebiliriz. Üstüne üstlük, şu anda atmosferdeki fazlalığı nedeniyle iklim değişikliğine yol açan mevcut sera gazlarını da toprağa bereket olarak, toprağı onarıcı bir süreçle gömebiliriz – ki bunun paralelinde çölleşmeyi de tersine çevirmiş oluruz.


Ümit Şahin – Bahsettiğiniz sistemle yönetilmeyen toprakların (ya da endüstriyel tarım uygulanan araziler, diyelim) karbonu ememiyor olmasını sebebi nedir? Bütüncül Yönetim sayesinde toprağın karbon yutağı özelliğini bu denli arttırabilmek nasıl mümkün oluyor?


Allan Savory – Öncelikle bir noktayı düzeltmeliyim: Benim savunduğum bir sistem yok. İdari sistemler, tarım işinde ve hükümet seviyesindeki tarım politikalarında gördüğümüz sosyokültürel, ekonomik ve ekolojik karmaşıklığı kapsayacak maharette de değiller. Benim savunduğum şey, bütüncül karar alma ve planlama çerçevesidir ki bunun sayesinde bahsettiğimiz devasa karmaşıklığı sağlıklı biçimde yönetmek mümkün hale gelir.


Bu bütüncül çerçevenin bize öğrettiklerinden biri şu: Yıl boyunca atmosferik nem dağılımı istikrarlı, dengeli olan bölgelerde toprak, bir takım zirai ekim-dikim uygulamalarıyla ve biyoloji biliminin uygulanmasıyla hızla onarılabilir. Yıllık nem dağılımının dengeli olmadığı bölgelerde, yani çölleşme tehdidi altındaki tüm otlak, bozkır ve meralarda ise bu onarım süreci ancak (bütüncül planlı otlatmayla) doğru yönetilen hayvan sürüleriyle gerçekleştirilebilir. Yıllık nem dağılımı düzensiz olan bu bölgelerde ekosistem onarımlarının ateş/yakma, teknoloji kullanımı ya da “dinlendirme” araçlarıyla gerçekleşmediğini ve gerçekleşmeyeceğini binlerce yıllk deneyimle sabit olarak biliyoruz. Tarım biyoloji bilimlerine dayanmalıdır. Bugün hükümetler ve uluslararası kurumlar tarım politikalarını hala indirgemeci yöntemlerle inşa ediyorlar – en sofistike, bilgili ve uzman biliminsanlarının varlığına rağmen. ABD ve dünya tarımının %90’ı kimyaya ve teknolojik araçların kar amaçlı pazarlanması üzerine kurulu. Bütüncül Yönetim, biyoloji biliminin tarımın tüm aşamalarında uygulanması üzerine kurulu.


Ağaçlar ve otlar yüksek miktarda karbon tutabilirler, ancak tuttukları bu karbon, doğadaki tüm yaşam formlarının tabi olduğu yaşam döngüsünün bir parçasıdır. Havadaki fazla karbonu yutaklarda binlerce yıl boyunca tutabilmek için dikkatimizi mera, bozkır ve otlakların derinlerine, toprağa ve okyanuslara yöneltmemiz gerekiyor. Bugün tahıl üretimiyle ünlü bölgelerin tamamı eski otlak, çayır, bozkır ve meralardır. Eski ormanlık araziler değil; çünkü esas olarak otlak, çayır, bozkır ve meralar karbon yutağı ve su tutucu özelliğe sahip, çok derin, toprak katmanları yaratma potansiyeline sahiptirler. Okyanusların da havadaki fazla karbondioksit nedeniyle şimdiden asidik hale geldiğini görüyoruz.


Ümit Şahin – Bildiğimiz gibi hayvansal üretim seragazı salımlarının birincil sebeplerinden biri. Bütüncül Yönetim, toprağın karbon tutmasını artırarak hayvancılıktan kaynaklı ser agazı salımlarını dengeleyip “karbon negatif” bir bilanço çıkarmayı nasıl başarıyor?


Allan Savory – Koyun, keçi, domuzlar, sığırlar vb. gibi tüm otçul hayvan sürüleri, toprağın üzerinde otlayarak evrilmiştir. Bu hayvanların kendileri seragazı salıcı değildirler. Seragazı salan, bu hayvan sürülerini “fabrika tipi” yöneten, kimyaya ve kısa vadede kar amacı güden teknoloji pazarlayıcılığına dayalı mevcut tarım sistemidir. İnsanlar ve medya, Birleşmiş Milletler’in “Livestock’s Long Shadow” (“Hayvancılığın Uzun Gölgesi”) gibi raporlardan etkilenip hayvan sürülerini suçlamak yerine, hayvanların mevcut yönetim sistemini belirleyen, büyük şirketlerin AR-GE fonları ve siyasi lobicilik faaliyetleri tarafından şekillenen bilimdışı hükümet politikalarını suçlamalı. Sorun, otçul hayvan sürüleri değil, onları nasıl idare ettiğimizdir.


Bildiğimiz anlamıyla insan medeniyetini kurtarmanın tek yolu, hayvan sürülerinin toprağa dönmesi ve doğru biçimde yönetilmesidir; Bütüncül Yönetim’de bilime dayalı olarak yaptığımız gibi. “Medeniyeti kurtarmak” kavramını özellikle ve bilerek kullanıyorum, çünkü dünyanın otlak, bozkır, mera, savan ve çayırlarını, tarım arazilerini, çoğu anaakım biliminsanlarının savunduğu gibi safi ateş/yakma ve teknolojiyle onarmamız mümkün değil. 50 yılı aşkın süredir dile getirdiğim bu gerçeğin giderek daha fazla biliminsanı tarafından anlaşılıp benimsendiğini görmek, geleceğe dair umutlarımı arttırıyor.


Ümit Şahin – Vejetaryenler ve hayvan özgürlüğü aktivistleri et üretiminin seragazı salımını bir argüman olarak kullanırlar. Siz ise et ve süt üretiminin, hayvan sürülerinin doğru yönetilmesi durumunda iklimi koruma işlevi taşıyacağını iddia ediyorsunuz. Vejetaryenlerin ve hayvan özgürlüğü savunucularının bu eleştirilerine cevabınız nedir?


Allan Savory – İnsanlar dini/ruhani sebeplerle vegan ya da vejetaryen olmak istiyorlarsa bu tabii ki kendi tercihleridir. Eğer bu seçimlerinin ardından ekolojik sebepler varsa, bu noktadaki argümanlarının bilimsel temelini ve açıklamasını sorgulamak isterim; özellikle de ekolojik/çevresel argümanları kullanarak dünyanın geri kalanına “siz de vejetaryen/vegan olun” çağrısı yapıyorlarsa. Aynı anaakım biliminsanları gibi, onlardan da yalnızca ateş/yakma ve teknoloji araçlarını kullanarak, ya da arazide dinlendirme aracını kullanarak çölleşme ve iklim değişikliğiyle nasıl başa çıkacaklarını izah etmelerini isterim. Tam da bu yüzden, TED konuşmamda ABD’den bir milli park fotoğrafı gösterdim. Tarih boyunca bir bozkır/otlak olan bu arazi 70 yıldır otçul hayvanlardan izole biçimde tam bir dinlendirme sürecine tabi tutuluyor. Ayrıca ABD’nin sahip olduğu tüm teknoloji birikiminin milyonlarca dolar harcanarak kullanıldığı bir arazi bu, ve bunlara rağmen Afrika’da görebileceğiniz kadar vahim bir hızla çölleşiyor. Bu yüzden vejetaryenler, bunun çevre ve ekoloji için iyi olduğunu söylediklerinde insanlığa farkında olmadan da olsa bir kötülük yapmış olurlar.


ABD ve dünyanın tamamında yaşadığımız ve temelinde çölleşme süreci olan, sıklıkları ve şiddetleri giderek artan tüm kuraklık ve selleri, yoksulluğu, toplumsal çöküşü, şiddeti, şehirlere kitlesel göçleri ve iklim değişikliğini çözmemizin tek yolu hayvan sürülerini kullanmak ve bunu yaparak bir yandan da insanları doyurmak. Örneğin Çin, Pekin başta olmak üzere ciddi biçimde etkilendiği kum fırtınaları (ki bazı dönemlerde 250.000 tonluk bir kütleye kadar çıkar bu fırtınaların taşıdığı kum miktarı) sorununu yalnzca hayvan sürülerini Bütüncül Yönetim ve Bütüncül Planlı Otlatma’yla doğru biçimde idare ederek çözebilir****. Ya da Avrupa özelinde, her sene binlerce mültecinin denizlerde boğulmasına neden olan göç dalgalarını engellemenin tek yolu da Bütüncül Yönetim’in uygulanarak toprakların yeniden bereketine kavuşturulması.


Ümit Şahin – Uluslararası iklim değişikliği müzakereleri konusunda ne düşünüyorsunuz? Gelecek yıl Paris’te yapılacak UNFCCC konferansından olumlu bir sonuç bekliyor musunuz? Uluslararası politika bağlamında iklimin korunmasına yönelik bu çabalara, Bütüncül Yönetim’in nasıl bir katkısı olabilir?


Allan Savory – Halk yaratıcı bir değişim ve çözümlerden yana ağırlık koymadığı sürece herhangi bir uluslararası konferanstan hiç bir beklentim yok. Geçtiğimiz hafta New York’ta 400.000 kişinin yürümesi herhangi bir konferanstan çok daha umut verici çünkü bu konferanslar anaakım kurumların düşünce, inanç ve yaklaşımlarıyla şekilleniyor. Tarımın kendisi, fosil yakıtlardan daha büyük bir sorun, çünkü en az fosil yakıtlar kadar, hatta belki de daha büyük oranda iklim değişikliğinin sebebi tarım.


Bunun yanısıra tüm fosil yakıt tüketimini durdursak bile, tarım, iklim değişikliğine sebep olmaya devam edecek. Bu son derece yıkıcı tarım, bu bahsettiğimiz konferansları düzenleyen hükümetler ve uluslararası kuruluşlar tarafından tasarlanıp devam ettiriliyor. Kurumlar için öncelik, varlıklarını devam ettirmektir. Bunun için görevlerini yerine getirmek yerine kendilerini korumaya devam ederler, milyonlarca insanın ölüyor olması bu durumu değiştirmez. Kamuoyu baskısı olmadığı sürece değişmezler. Katolik Kilisesi’ni düşünelim. Bu güzide kurum pedofil rahiplerin varlığından yüzlerce yıldır haberdar, ama kamuoyu bu konuda net bir tavır takınana kadar kurumu korumak adına pedofil rahiplere göz yummayı tercih etti.


Bu konferansları düzenleyen kurumların oluşturduğu tarım politikaları nedeniyle bugün tarımın %90’u, olması gerektiği gibi biyoloji bilimlerine değil, kimyaya ve gelişmiş teknoloji ürünlerinin kar amaçlı pazarlanmasına dayalı. Tarımsal politikalar, bütünlerin tüm (sosyal, ekonomik ve ekolojik) karmaşıklığını ele almak için bütüncül bir bakış açısıyla tasarlanıp geliştirilmeli. Gerçekleştirmemiz gereken onarım sürecinde, Dünya karasal ekosistemlerinin büyük kısmı için tek çözüm şansımız doğru yönetilen hayvan sürülerine dayanıyor. Politikalar bu gerçeği kabul etmeli. Milyonlarca yurttaş dünyanın tüm şehirlerinde bunu haykırarak yürüdüğü, bu talepte bulunmadığı sürece gerçekleşmeyecek böyle bir değişim. Bugün şehirde yaşayan insanlar ekolojik gerçeklikle bağlantılarını kaybetmiş durumda. Kurumları yöneten ve politikaları belirleyenler de şehirlerde yaşayan bu insanlar. Politikacılar ve kurumlar bu değişime liderlik edemez. Ancak bir araya gelen halklar, değişim için gerekli liderlik vasfını taşıyabilirler.


Durukan Dudu – Bütüncül Yönetim’e karşı kullanılan argümanlardan biri de, “bilimsel olarak kanıtlanmamış” olduğu. George Monbiot’nun geçtiğimiz ay Guardian’da yazdığı makalesi de bu argüman üzerine inşa edilmişti. Siz, Savory Enstitüsü ve Bütüncül Yönetim’in savunucuları ise bu argümana itiraz ediyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bütüncül Yönetim hakkında yeni araştırmalar geliyor mu, bu konuda bir çalışma var mı?


Allan Savory – İster iş dünyasından olsun, ister bir şirketinki olsun, ya da bir hükümetin ya da uluslararası kurumun… Herhangi bir yönetim çerçevesi bilimsel olarak kanıtlanamaz. Makalesinde ismini andığı akademisyenler gibi Monbiot da Bütüncül Yönetim karar alma çerçevesi ve politika oluşturma süreçlerini araştırıp ne olduklarını öğrenmek için bir çaba sarfetmedi. Bu bütüncül çerçevenin oluşturulması sürecinde yüzlerce biliminsanının bireysel emeği var.


Bütüncül Yönetim, bir teori ya da hipotez değil, haliyle bilimsel olarak kanıtlanmaya ihtiyacı yok. Bütüncül Yönetim, tarımdaki ve politika oluşturma süreçlerindeki sosyokültürel, ekonomik ve ekolojik karmaşayı (kompleksi) bütün halinde sağlayan ele almamızı sağlayan bir yönetim süreci. Bunu yaparken tüm bilimleri ve bilginin diğer kaynaklarını da kullanıyor. Bütüncül Yönetim tamamen bilimi  ve çoğu ben doğmadan önce oluşmuş bilimsel ilkeleri uygulamak üzerine kurulu. Eleştirilerin kötü niyetli olduğunu düşünmüyorum. Daha önce de bahsettiğim gibi, eski düşünce ve davranış kalıplarında olan kurum ve uzmanların alışılageldik direncidir bu. Tekrar altını çizeyim, Monbiot ya da diğer eleştirmenler, Bütüncül Yönetim’in ne olduğunu ve ne gibi süreçleri kapsadığını araştırma, öğrenme zahmetine hiç girmediler. İnsanların Bütüncül Yönetim’i eleştirmesini istiyorum, çünkü bilim ve yönetim çerçeveleri bu sayede gelişirler. Bütüncül Yönetim de böyle bir süreç sonunda ortaya çıkmıştır. İnsanların Bütüncül Yönetimi yaratıcı argümanlarla eleştireceği günü iple çekiyorum.


Durukan Dudu – Bütüncül Yönetim bağlamında Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye bu konuda örnek ülkelerden biri haline gelebilir mi? Ne gibi engeller ve fırsatlar söz konusu?


Allan Savory – Karım Jody ve ben Türkiye’de bulunmadık daha önce… Türkiye’ye en yakın ziyaretim, tarımın yarattığı tarihsel yıkımı incelemek için gittiğim Yunan adalarına olmuştu. Türkiye’yi bir gün ziyaret etmek hep aklımdaydı. Türkiye’nin tarih sahnesindeki gerçekten çok önemli rolünü eğitimimden ve sonra yaptığım okumalarımdan biliyorum. Bazı öngörülü Türkiye yurttaşlarının bu (Bütüncül Yönetim) küresel hareketine katılmış olması, yerelde özgün stratejilerle ve uygulama ve öğrenim arazileriyle üniversitelerden çiftliklere, kırsal topluluklardan hükümet kurumlarına kadar bir çok kesimin beraber çalışabileceği modeller kuruyor olmaları beni umutlandırıyor.


Türkiye’ye özel bir sorun öngöremiyorum, ancak dünyanın her yerinde yaşadığımız zorluklar burada da geçerli olabilir: İnsanların, mevcut tarım uygulamaları ve politikalarının yarattığı ekolojik yıkım ve toprak bozunumu meselelerinin derin ciddiyetini anlamalarını sağlamak. İnsanlar Bütüncül Yönetim’i öğrendikçe “her şeyin ne kadar farklı olabileceğini” görecek ve umutla dolacaklar. Türkiye’nin bölgedeki çölleşme ve şiddetle bağlantılı sorunları çözmek için lider rol oynayacağı günleri sabırsızlıkla bekliyorum.


Durukan Dudu – 12 Ekim Pazar günü İstanbul’da Anadolu Meraları’nın davetlisi olarak IFOAM – Dünya Organik Kongresi öncülü bir konferans vereceksiniz. Okuyucularımıza ve bu konferansa katılacaklara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?


Allan Savory – Eğer Türkiye’yi, ailelerinizi ve onların geleceğini önemsiyorsanız, insanlık tarihinin en umut verici meselesi olan Bütüncül Yönetim’i öğrenin, bu harekete dahil olun. Asla pişman olmayacaksınız. Torunlarınıza bu topraklara olabilecek en anlamlı şekilde ve gerçek anlamda hizmet ettiğinizi gururla anlatacaksınız.


Durukan Dudu – Teşekkürler Allan. Şöyle bir soruyla sonlandıralım bu söyleşiyi o halde: Biri sizi durdurup “Bütüncül Yönetim hareketine neden dahil olayım ki?” diye sorsa, ona bir – iki cümlede ne cevap verirdiniz?


Allan Savory – Hayatınızın, üstünde yaşadığımız topraklar ve tüm insanlık için gerçek bir anlama sahip olmasını istiyorsanız, kendinizi son derece küçük ve güçsüz hissediyorsanız bile, bu harekete katılın. Bu dünyadaki en büyük gücün sahibi, aklını kullanan, beraber dayanışmayla hareket eden ve asla ama asla pes etmeyen sıradan insanlardır.


* Anadolu Meraları da ilk konferansta yer alarak Savory Enstitüsü Gözesi sürecine giren 10’a yakın oluşumdan biriydi (editörün notu).

** İngilizce, black carbon – Tek CO2 moleküllerinden daha büyük fosil yakıt partikülleri, bir nevi kurum (editörün notu).

*** İngilizce rest – Bütüncül Yönetim’in tanımladığı araçlardan biri (editörün notu).

**** Burada bahsedilen, “Sarı Toz – Yellow Dust” denen ve çölleşme nedeniyle etkisi artan, dönemsel toz fırtınaları. Çin ve Güney Kore’nin bu konuda ortak çalışarak başlattığı milyarlarca fidandan oluşan ağaçlandırma projesinin sorunu çözmediği bildiriliyor (editörün notu).


Röportaj: Ümit Şahin – Durukan Dudu | Yeşil Gazete
218 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page