Modern çağların her daim muhabbetidir, “Tası tarağı toplayıp gitmek, bir sahil kasabasına yerleşmek”.
Durukan Dudu - Yeşil Gazete
Şehir hayatının anlamsızlık üzerine kurulu sömürücü ve sömürtücü cenderesidir, devlet tahakkümünün ve zorbalığının her geçen gün artan şiddetidir, “başka bir dünya mümkün!” inancıdır, şirazesinden çıkmış insan kalabalığından sıyrılıp kendi adil ve şenlikli mikro toplumunu kurmaktır, doğayla bağları yeniden tesis etmektir…
Herkes için ortak, ama bir o kadar da farklı nedenler, niyetler, emellerdir.
Kırsala dönüş niyeti olan ya da olduğunu sanan yüzlerce “80 küsur ve üstü” kuşaktan insanla konuştum bugüne dek. Kimisi “Bende o cesaret yok” dedi, biri “yahu işte şu şeyi bi’ halledeyim de ondan sonra” diye geveledi, beriki “genç yaşta olmaz abi de emekli olunca kesin zaten” hesapları yaptı, bir başkası “ben çok hazırım, sizin yanınıza yerleşeyim mi?” diye göz belertti.
Kırsalda anlamlı, doğayla barışık ve adil bir yaşam kurma “enerjisi” hiç olmadığı kadar yüksek. Birbirimizden güç alarak güçleniyoruz; aynı doğa gibi. Hele bugün, adaletin paspas olduğu, çocukların sonsuz hayallerinin yaşlıların sonsuz açgözlülüklerine kurban edildiği bir zulüm çağında*, “bu değirmene su taşımayacağım daha fazla” diyenlerin haklılığı ayrıca ayyuka çıkıyor.
Ve ama korkular, endişeler, “kaybedileceği zannedilen” şeyler, ve “kaybedileceğinin farkında olunmayan” şeyler, soru işaretleri ve ilham ihtiyacı da bir o kadar fazla.
Kırsala dönüş ne ola? Önce ona bi’ bakalım.
Kırsala dönüş nedir, hayatın özü (anlamı değil) olan “politik” olarak ne anlama gelir, nasıl olur, ne gerekir, nelerle karşılaşılır, nasıl çözülür, gibi sorulara bi’ takım cevaplar önermeyi kendime ödev, toplumsal sorumluluk falan bildim ben de. 2.5 aydır iş-güç yüzünden her hafta ertelediğim bir yazı dizisi bu. Toplam 6-7 yazı uzunluğunda olacak. Meselenin aklımın ve tecrübemin erdiği kadarıyla tüm boyutlarını, sırayla ve bir öğretmen edasıyla, okuyucuyu kimi zaman azarlayarak falan anlatacağım. Çünkü her şeyden önce bir iki azar lazım, kafalara saplanmış ve hüsrandan başka sonuç üretmeyen önvarsayımlardan kurtulmak için.
Ve açık konuşalım, hüsrana uğrama lüksünüz yok. Derdiniz dünyayı kurtarmaksa da, bizzat kendiniz için bi’ cennet kurmaksa da, kırsala dönüş ince ince işlemeniz, şuurla icra etmeniz, kendini vakfetmenin dibinin dibine inebilmeniz gereken bir süreç. Ertelemeden, ne fazla erken, ne fazla geç. Güzel haber, bunları başarabilen insanların ve grupların sayısının artıyor olması. (Sizin için) kötü haber ise, çoğunuzun bu sürecin gerektirdiği “kendini vakfetme” durumunu kotarmaya hazır olmaması ve muhtemelen hiç bir zaman da hazır olmayacağı gerçeği.
Bu yazıların birinci amacı, bu yolu güle-ağlaya yürümeye hazır ve nazır olan güzel insanlara rehberlik etmek. İkinci amaç, farkında/şuurlu olan ama çaresiz hisseden veya ne yapacağını kestiremeyen güzel insanlara gülümsemek, cesaret vermek. Üçüncü amaç ise kırsala dönüşe niyeti olmayan ve bunun farkında olan ve aslında bu sürecin çok önemli bir destek aktörü olan şehirlilere yüzyılın en büyük devrimi olacağını düşündüğüm, gönüllü sadelik ve şenliklilik üzerine kurulu kırsala dönüş devriminden kesitler sunmak.
Bu, uygulanmış pratiği ve sorgulanmış teoriyi harmanlayan bir yazı dizisi olacak. Yapmadığım, deneyimlemediğim şeylerden bahsetmeyeceğim. Kırsala dönüş için kaç para gerektiğinden eve nasıl internet bağlattığınıza, kendine yeterliliğin ne demek olduğu ve ne kadar sürede ne ölçüde ulaşılabilir olduğundan, kaç kişinin ne kadar alanda ne şekilde tarım yapabileceğine, arazi seçiminden arazi seçiminin en son düşünmeniz gereken şey olduğuna kadar, zilyon tane somut deneyimle karşılaşacaksınız bu yazılarda, görmeyi bilirseniz (ve tabi ben iyi anlatabilirsem – ama hatayı önce kendimizde arayacağız, yoksa yalan dünyalarımızda takılıp kalma riskimiz var).
Perşembe günü başlıyoruz. “Ne nedir? Kırsala Dönüş Sözlüğü” ile. Önce konuşacağımız dilin üzerinde mümkün mertebe anlaşalım. Sonrası kolay.
*: Bu yazıyı yazdım, yayınlamadan az önce Berkin Elvan’ın ölüm haberi geldi. Berkin, öldü. Biz hayattayız. Onun için yapılacak şey, ölümünü geride kalanlar için az da olsa anlamlı kılacak bir iç-devrimi hemen yaşamak, “AMA”ları hayatımızdan silmek, korkularımızın esaretinden sırıtarak kurtulmaktır. Bu yazı dizisi de, o ulvi ve kitlesel farkındalık ve ayma anının ateşleyicilerine, Gezi’de öldürülenlere adanmıştır. Ya da şöyle soralım, ana fikri de şimdiden ifşa ederek: “Berkin öldü, peki biz gerçekten yaşıyor muyuz?”
Comments